
5 Ağustos 2023’te, Los Angeles’taki Walt Disney Concert Hall’un sahnesine adım attığım anı asla unutamam. O an, sadece bir konser anı değil; ait olduğum coğrafyanın, tarihimin, kültürümün sesi olma sorumluluğunun ağırlığıydı. O salonda yalnızca bir soprano olarak değil, bir halkın duygularının sözcüsü olarak yer aldım.
Bana bir Türk bestecinin eserini seslendirmem teklif edildiğinde, hiç düşünmeden Muammer Sun dedim. Yalnızca bir besteci değil, bir neslin müzikle düşünmeyi ve hissetmeyi öğrendiği bir isimdi. “Bozkırın Sesi”, onun kaleminden çıkan ama hepimizin yüreğinde yer etmiş bir anlatıydı. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda yetişmiş biri olarak, bu eseri seslendirmek bana hem çok tanıdık hem de son derece özel geldi.

Eseri ilk kez orkestraya dinlettiğimizde aldığımız tepkiler beni hiç şaşırtmadı. Eserin içine sinmiş olan duygu, uzak bir coğrafyada bile yankı buldu. Programda yerini hemen aldı.
Konser akşamı, kuliste derin bir nefes aldım. Salonun akustiği, ışıkları, atmosferi… her şey olağanüstüydü ama asıl olağanüstü olan şey, bu kadar büyük bir salonda “Bozkırın Sesi”nin ilk notalarının yankılanacak olmasıydı. O anda sadece kendi sesimi değil, Anadolu’nun nefesini taşıyordum.
Sahnedeyken zaman farklı akar. Ama bazı anlar zamansızdır. “Bozkırın Sesi”ni seslendirdiğim o dakikalar da öyleydi. Eserin her kıvrımı, her geçişi, bana bu topraklara olan sevgi ve saygımı tekrar hatırlattı.
Konser sonrası yanıma gelen dinleyicilerin gözleri doluydu. “Bizi çok ağlattınız” dediler. İşte o an, sahnede sadece notaları değil, duyguyu, geçmişi ve bir halkın hikâyesini taşıdığımı bir kez daha anladım.

“Türkiye ve Kore: Dostluk ve Uyum Konseri” başlıklı bu gecede, müzik direktörlüğünü Im Sang Yoon’un yaptığı ve farklı kültürlerden müzisyen ve koristlerden oluşan Los Angeles Korean-American Musicians’ Association (LAKMA) Philharmonic Orchestra & Chorale eşliğinde sahnedeydim. Aynı gece, 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinde hayatını kaybeden yurttaşlarımız anısına Giuseppe Verdi’nin “Messa da Requiem” eseri de seslendirildi. Kısıtlı prova süresine rağmen sahnedeki uyum ve adanmışlık, hepimiz için unutulmazdı.
Walt Disney Concert Hall’da bir Türk eserini seslendirmek, sadece kişisel kariyerimde bir zirve değil; bir köprü kurma, bir temsil etme, bir anlam taşıma deneyimiydi. Her sanatçıya nasip olmaz. Benim içinse bu an, sahnedeki varlığımı yeniden tanımlayan bir eşikti.